Tarihin Öteki Yüzü

Tarihin Öteki Yüzü@tarihin_oteki_yuzu

0 followers
Follow

2020 episodes (53)

Soykırımsal Dilin Kötü Çağrışımları

Soykırımsal Dilin Kötü Çağrışımları

MHP Genel Başkanı ve Genel Başkan Yardımcısı'nın HDP'lileri PKK ile özdeşleştirdikten sonra "itlaf edilmeleri gereken zehirli haşereler" diye nitelemesi kötü bir devlet geleneğinin izini sürmeyi gerekli kıldı...

Futbol Sadece Futbol Değildir!

Futbol Sadece Futbol Değildir!

Maradona'ya veda ederken Black Stockings, Cuma Ligi, Atina Olayı, Sivas-Kayseri Maçı Faciası ve El Salvador-Honduras Futbol Savaşı'nın hikayesi... Ayşe Hür: "Müslüman Türklere futbolu sevdirenler Osmanlı Devleti’nin tebaası olan Yahudiler, Rumlar, Ermeniler ve Levantenlerdi. Osmanlı ülkesindeki ilk futbol karşılaşması, 1875’te Selanik’te, 1880’lerde İzmir’de, 1890’larda ise İstanbul’da yapıldı. II. Abdülhamid’in gazabından kurtulmak için, 1901’de ilk futbol kulüplerini ‘Black Stockings’ (Siyah Çoraplar) adıyla kuran Müslüman Türkler, daha ilk maçlarında Rumlara karşı 4-1 yenik iken, ünlü jurnalci başı Ali Şamil ve adamlarına yakalandılar. Halk arasında ‘Pazar Ligi’ diye anılan 'Constantinople Football League' 1904’te oluşturuldu. Moda, Elpis ve Imogene takımlarının mücadelesinde ilk kupayı, İngiltere Sefaret gemisi tayfalarının takımı Imogene kaldırdı..."

Külhanbeyi, Kabadayı, Çeteci, Mafya Babası

Külhanbeyi, Kabadayı, Çeteci, Mafya Babası

Siyasilere tehdit ve hakaret mektupları gönderecek kadar pervasızlaşan organize suç örgütlerinin kısa hikayesi... Ayşe Hür: "Osmanlı döneminde, kabadayılık, ünlü 150’liklerden gazeteci Refii Cevat Ulunay’ın tabiriyle 'bir çeşit şehir şövalyeliğiydi'. Hulki Aktunç, kabadayılığın böyle efsaneleştirilmesine karşı çıkar ve onları 'şehir eşkıyaları', 'şehir Celalileri' olarak niteler. Siyah cepkenleri, beyaz ama yaz kış yaka bağır açık gömlekleri, boyunlarında muskaları, ellerinde tespihleri, başlarında püsküllü fesleri ile gezen kabadayılar, koltuk altında saldırma, bellerinde kama taşırlar ama mecbur kalmadıkça kavga etmezler, cana kıymazlardı..."

Seyit Rıza TBMM'ye ve Milletler Cemiyeti'ne Mektup Yazdı mı?

Seyit Rıza TBMM'ye ve Milletler Cemiyeti'ne Mektup Yazdı mı?

15 Kasım 1937'de altı arkadaşıyla birlikte Elazığ'da idam edilen Seyit Rıza'nın 1921-1937 arasında devletle yazışmaları bize farklı bir hikâye anlatıyor... Ayşe Hür: "10 Eylül 1921 tarihli bu telgrafta, Seyid Rıza ve diğer reislerin TBMM Hükümeti’ne bağlı oldukları belirtilmekte, Koçgiri liderlerinden Alişan ve arkadaşlarının affedilmesi rica edilmektedir. TBMM Reisi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne diye başlayan 13 Kasım 1921 tarihli telgrafta Seyid Rıza, Koçgiri meselesini çözümek için gelecek tahkikat heyetinden beklediklerini dile getirerek tüm Dersim namına Mustafa Kemal’e teşekkür eder. İkinci Umumi Müfettişlik'ten Dahiliye Vekaleti’ne çekilen 8 Aralık 1928 tarihli şifreli telgrafta Seyit Rıza ve Baytar Nuri’nin Cumhuriyet hükümetine bağlı olduklarını belirttikleri ve haklarındaki şüphelerin giderilmesi için ovada iskanlarını rica ettikleri yazar..."

1894 İstanbul, 1939 Erzincan ve 1966 Varto Depremleri

1894 İstanbul, 1939 Erzincan ve 1966 Varto Depremleri

114 kişinin hayatını kaybettiği 30 Ekim 2020 İzmir Depremi vesilesiyle alınması gereken tedbirler üzerine belki birkaç gün daha düşünmemizi sağlar umuduyla... Ayşe Hür: "Bizans dönemindeki adıyla Konstantinopolis'te irili ufaklı 50’den fazla deprem olduğu sanılıyor. Bunlardan kayda geçen ilki 402 yılında. 407, 437, 447, 450, 542 yılında olanlar ise çok şiddetliydi. Halkın "Kıyamet-i Suğra" (Küçük kıyamet) adını verdiği 1509 depreminde sarsıntılar 45 gün sürmüş, bazı kaynaklara göre 15 bin kişi ölmüştü. II. Bayezid, Topkapı Sarayı’nı terk edip 10 gün bahçedeki çadırda yaşamış, sarsıntılar durmayınca Edirne Sarayı'na taşınmıştı..."

Bosna-Hersek'in İlhakı ve 1908 Boykotajı

Bosna-Hersek'in İlhakı ve 1908 Boykotajı

CB Erdoğan'ın Fransız markalarına, mallarına yönelik boykot çağrısı, bundan 112 yıl önce bu topraklarda gerçekleştirilen bir boykot olayını hatırlamaya vesile oldu... Ayşe Hür: "Bosna-Hersek, 1878 Berlin Anlaşması’na göre Avusturya-Macaristan (Habsburg) İmparatorluğu tarafından işgal edilecek ve yönetilecekti. Bosna-Hersek üzerinde Osmanlı hükümranlık hakları ise devam edecekti. 9 Ekim 1903’te Mürzsteg Programı’yla bölgenin kontrolü biraz daha Habsburg idaresine geçti. 12 Eylül 1908 günü II. Abdülhamid’in doğum günü şerefine yabancı elçilere verilen ziyafete çağrılmayan Bulgaristan’ın İstanbul temsilcisi (Kapı Kethüdası) Geşov durumu protesto ederek 13 Eylül günü Sofya’ya gidince ilk kriz yaşandı..."

Prometeus'tan Şeyh Şamil'e Kafkasya

Prometeus'tan Şeyh Şamil'e Kafkasya

50'ye yakın etnik grubun, adet olduğu üzere dostluktan ziyade düşmanlık biriktirmeyi başardığı Kafkasya'ya ve Rusların Kafkasya politikalarına biraz daha yakından bakalım mı? Ayşe Hür: 'Kafkasya' adı ilk defa Yunan yazarı Aiskhylos'un MÖ 490’da yazdığı "Zincire Vurulmuş Prometheus" adlı eserde kullanılmıştı. Terimin Rus kaynaklarında ilk boy gösterişi Osmanlı'nın "Deli" dediği "Büyük" Petro döneminde (1682-1725) oldu. Tiflis, Baku, Nahçıvan ve Erivan’ın Rusya’ya katılması 1801’de I. Aleksander zamanında oldu. 1810’da Azerbaycan’a yönelen Rus orduları, 1814 ve 1826’da İran’daki Türk asıllı Kaçarları yenerek tüm Kafkasya’yı hakimiyetlerine aldılar...

1893 Şikago Kolomb Sergisi'nde "Kürt Dramı"

1893 Şikago Kolomb Sergisi'nde "Kürt Dramı"

Bugün Dario Fo'nun eserinin Kürtçe sahnelemesi yasak, halbuki 127 yıl önce Osmanlı İmparatorluğu'nu Yeni Dünya'da bir Kürt piyesi temsil ediyordu... Ayşe Hür: "Batılılaşma politikasının parçası olarak Osmanlı İmparatorluğu 1851 Londra, 1855 Paris, 1862 Londra, 1867 Paris, 1873 Viyana, 1889 Paris Dünya Sergisi ve 1893 Kolomb Dünya Sergisi’ne katılmıştı. Osmanlı İmparatorluğu sergiye Şubat 1891'de özel bir heyet aracılığıyla davet edildi. Mayıs ayında sergi hazırlıkları için bu alanda tecrübesi ve ödülleri olan İlya Suhami Sadullah Firması’yla anlaşma yapıldı."

Ümitten Hüsrana: Türk-Ermeni Teali Cemiyeti

Ümitten Hüsrana: Türk-Ermeni Teali Cemiyeti

Türk-Ermeni Teali Cemiyeti programının tanıtım alanı boş kalmış. Oraya şunu ekleyelim: 27 Ekim 1922 tarihli Jogovurti Tsaynı gazetesinde, Tavit Der Movsesyan öncülüğünde, amacı milliyetçi Türklerle Ermeniler arasında samimi ilişkiler tesis etmek olan bir oluşumdan bahsediliyor, bu oluşum için Dahiliye Nezareti'nden de gerekli iznin alındığı belirtiliyordu. Ancak olaylar umulduğu gibi gelişmedi...

"Her Türk Asker Doğar" ve "Ordu Millet" Doktrini

"Her Türk Asker Doğar" ve "Ordu Millet" Doktrini

Askerlikle ilgili kavram ve kurumların toplum yaşamındaki ve siyasetteki ağırlığının hem arttığı hem nitelik değiştirdiği bu günlerde, askerlik kurumuna daha yakından bakalım... Ayşe Hür: "I. Murad Dönemi'nden (1326-1389) itibaren Osmanlı Devleti’nde askerlik teşkilatının belkemiğini, Hıristiyan tebaa arasından seçilen ve Müslümanlaştırılan 'devşirme'lerden oluşturulan Kapıkulu Ocakları oluşturuyordu. 1597-1611 arasında Anadolu'yu tarumar eden Celali İsyanları sırasında beylerbeylerine ve sekban birliklerine asker almak için vergi toplama yetkisi verilerek, askeri sınıfla reayanın, yani yönetenle yönetilenin birbirine karıştırılmaması ilkesi açıkça ihlal edilmişti..."

Taş Devri'nden Günümüze Haritacılık

Taş Devri'nden Günümüze Haritacılık

1916 Sykes-Picot Haritası,1920 Sevr Haritası, nihayet 2020 Sevilla Haritası... "Haritalar en az toplar ve savaş gemileri kadar emperyalizmin silahları olmuştur" diyen harita tarihçisi J. B. Harley haklı mı? Ayşe Hür: "Çek Cumhuriyeti'nin Pavlov köyü civarında bulunan mamut dişine çizilmiş harita MÖ 25.000 yılına tarihlenir ve üzerinde dağ, nehir ve vadileri gösterdiği sanılan çizgiler vardır. 1930 yılında Kerkük yakınlarındaki Ga-Sur yerleşiminde bulunan 7,6x 6,8 santimlik kil tablet, Azala adlı birinin 354 iku (12 hektar) boyutlarındaki tarlasına dair bir haritayı gösterir..."

Cihan Harbi'nde İskele Savaşları ve "Mütekabiliyet Sürgünleri"

Cihan Harbi'nde İskele Savaşları ve "Mütekabiliyet Sürgünleri"

Cihan Harbi'nde İskele Savaşları ve "Mütekabiliyet Sürgünleri" ... Ayşe Hür: "1914-1917 arasında Karadeniz, Ege ve Akdeniz kıyıları İtilaf gemilerinin bombardımanı yüzünden büyük kayıplar verdi. Cezasını da Osmanlı ülkesinde yaşayan yabancı uyruklular ödedi. 15 Nisan 1915’te Fransızların Jeanne d'Arc zırhlısı Antalya körfezinde yakaladığı kayıklardaki 1.000 kile buğday, 55 teneke sade yağ, 10 teneke zeytinyağı, 50 kıyye peynire el koymuştu. 14 Mayıs 1915’te Fransızlar Kaş’ın Kale nahiyesinde Osmanlı sancağını indirip Fransız bayrağını çekerken işbirlikçilikle suçlanan yerli Rumlardan 18 kişi Konya-Bozkır’a sürüldü..."

Resmi Tarihin Yazmadığı 13 Eylül 1916 Ankara Yangını

Resmi Tarihin Yazmadığı 13 Eylül 1916 Ankara Yangını

Hatay, Cudi, Çanakkale, Mersin, Adana, Bursa ormanları yanıyor. Neden yanıyor, kim yakıyor, henüz bilmiyoruz. Halbuki tarihimizden yangınların Devlet'in etnik temizlik ve iskân politikalarında kolaylaştırıcı rolü olduğunu biliyoruz. Nasıl mı?

1538 Preveze Zaferi'nden 1853 Sinop Baskını'na...

1538 Preveze Zaferi'nden 1853 Sinop Baskını'na...

Türkiye ile Yunanistan'ın deniz savaşlarının eşiğine geldiği günlerde denizcilik tarihimize bakmak kıssadan hisse çıkarmak açısından önemli görünüyor... Ayşe Hür: "İlk kez Fatih Sultan Mehmed döneminde hutbelerde ‘‘Sultan-ül Berreyn’’ yerine ‘‘Hakan-ül Bahreyn ve Sultan-ül Berreyn’’ ifadesi kullanılmaya başlandı. Lala Şahin Paşa’nın girişimleriyle Gelibolu’da denizci ocağı kuruldu. II. Bayezid döneminin ünlü korsanı Kemal Reis 1470 yılında Vezîrâzam Mahmud Paşa’nın emri altında, bir azap olarak Eğriboz seferine katılmış, adanın fethinden sonra oraya yerleşmişti. I. Selim dönemin ünlü korsanları Kurdoğlu (Cartulli) Muslihiddin ile Midilli Vardari Yakup Ağa'nın İshak, Oruç, Hızır ve İlyas adlı dört oğlu idi..."

1920 Sevr Anlaşması Sürecinde Kürtler

1920 Sevr Anlaşması Sürecinde Kürtler

100 yıl önce Paris Konferansı'nda Seyid Abdülkadir, Şerif Paşa ve Binbaşı Noel'in Kürtler için planları nelerdi, Mustafa Kemal bu planları nasıl bozdu? Ayşe Hür: "Şerif Paşa Galatarasay Lisesi'nin ardından Fransa’daki Saint-Cry Askeri Akademisi'nde okumuş, 1890'larda 'Paşa' unvanı almış, Brüksel ve Paris'te Askeri Ataşelik yapmış, 1898’de Stockholm’e orta elçi olarak atanmıştı. 1919 yılında Britanya’nın İstanbul Sefareti Müsteşarı Hohler’in merkeze şöyle yazmıştı: Noel, çok iyi insan, çok güçlü biri. Kürtlerin peygamberi olmak istiyor. Kürtler gibi kimse yoktur, onlar çok asil, çok iyiler diyor. Binbaşı Noel, bir 'Kürt Lawrence’dir!' Mustafa Kemal 11 Haziran 1919’da Diyarbakırlı Cemil Paşazade yoluyla Kürtlere şu mesajı gönderdi “İngiltere, bağımsız Kürdistan haritasını Ermenilerin çıkarına kurban ediyor. Kürtler ve Türkler birbirlerinin gerçek kardeşleridir ve birbirlerinden ayrılmaları mümkün değildir'..."

Kemalist Müzik Devrimi’nde Alaturka-Alafranga Çatışması

Kemalist Müzik Devrimi’nde Alaturka-Alafranga Çatışması

Şark musikisinden Garp müziğine... Ayşe Hür: "1924’te Yeni Sinema’da Osman Zeki (Üngör) Bey’in yönettiği orkestra Zeki Bey’in Cumhuriyet Marşı ile Beethoven’in Beşinci Senfonisi’ni çalmıştı. İkinci konsere çıkarken orkestranın adı artık ‘Riyaset-i Cumhur Filarmonik Orkestrası’ idi. 1926’da Darülelhan’ın ‘Şark Musikisi Şubesi’nin kapatılacağını derleme çalışmaları yapmak üzere gittiği Anadolu gezisinden dönüşte öğrenen Darülelhan’ın hocası Rauf Yekta Bey, “bir milletin musikisi resmî bir encümenin kararıyla nasıl ilga olunabilir?” diye şaşkınlığını dile getirmişti. 26 Kasım 1927’deki radyo yayın akışı şöyleydi: 19.00 Stüdyo Musiki Heyetinden Şevketza Faslı. 19.30 Esham ve Tahvilat Borsası Haberleri. 19.40 Telsiz Telefon Orkestrası. 20.10 Zahire Borsası Haberleri. 20.20 Telsiz Telefon Musiki Heyeti. 20.50 Anadolu Ajansı Haberleri. 21.00 Telsiz Telefon Orkestrası. 21.30 Teganni..."

Deyiş mi, Horovel mi, Sirto mu, Klam mı, Türkü mü?

Deyiş mi, Horovel mi, Sirto mu, Klam mı, Türkü mü?

Ayşe Hür: "1923 Temmuz’unda Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanmasıyla artık resmen varlığını ilan eden Türkiye Cumhuriyeti’nin bu yeni devlete 'Türk ulusu' yaratma çabalarının bir parçası olarak 1924 yılının Temmuz ayında bugünkü konservatuvarın karşılığı olan İstanbul Darü’l-Elhan’ının hocalarından oluşan heyet Ege Bölgesi’ni kapsayan bir geziye çıktı. Amaç, bölgede söylenen tüm ezgileri kayıt altına alıp, yeni kurulan devletin “milli” müzik arşivini oluşturmaktı. 1926’da benzer bir heyetin hedefi ise tüm Anadolu’nun ezgilerini kayıt altına almaktı. Heyetin ilk durağı Adana idi, ardından Gaziantep’e geçtiler, ardından Urfa’ya gittiler. Gezileri sırasında 250’ye yakın türküyü derleyip kayıt altına aldılar. Bunu 1929’a kadar dört gezi daha izledi. Bu gezilerde derlenen 850 kadar ezgi 14 defter halinde arşivlendi. 1929’daki son gezide halkoyunları da filme çekildi..."

II. Meşrutiyet’in İlham Kaynakları

II. Meşrutiyet’in İlham Kaynakları

Bundan 112 yıl önce 23 Temmuz 1908'de, II. Abdülhamid, İttihatçı-Taşnak ittifakının zorlamasıyla 14 Şubat 1878'de rafa kaldırdığı Kanun-ı Esasi'yi yeniden yürürlüğe koydu... Ayşe Hür: "II. Abdülhamit’i alaşağı etmeye karar veren Müslüman-Türklerin ilk hücresi, Fransız Devrimi’nin 100. yıldönümünün kutlandığı 1889 yılının Mayıs ayında, İstanbul’da Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye’de kuruldu. Jön Türklerin ilham kaynakları arasında 1789 Fransız Devrimi’nin önemli bir yeri oldu. 1908’in ‘Hürriyet, Müsavat, Uhuvvet’ şiarı (Jön Türkler buna bir de ‘Adalet’i eklemişlerdi) Fransız Devrimi’nin ‘Liberté, Égalité, Fraternité’ sloganından ödünç alınmıştı. Jön Türkler başarısız 1905 Rus Devrimi'nden halkın vergi vermeyi reddetmesi, halkın saraya ve hükümete delegeler göndererek taleplerde bulunması, teröristlerin üst düzey yetkililere intihar saldırıları düzenlemesi gibi yepyeni yöntemlerle tanıştılar..."

Sene 1930: Ağrı Dağı’nda Bir Kürt Cumhuriyeti

Sene 1930: Ağrı Dağı’nda Bir Kürt Cumhuriyeti

Bir asırlık Kürt Meselesi'nin tarihinden: sene 1930, Ağrı Dağı'nda bir Kürt Cumhuriyeti... Ayşe Hür: "1926 yılının Ekim ayının başında 4 bin kişilik bir Kürt birliği Beyazıt’ı bastı ve bazı Türk subay ve erlerini İran’a kaçırdı. Ankara’nın buna cevabı, Beyazıt’ı ilçe, Karaköse’yi il yapmak ve İran’la transit ticareti kesmek oldu. Mayıs 1926’dan itibaren Celâlî Halit Bey’in başkanlığındaki Ezidi, Sünni ve Alevi aşiretlerinden oluşan Celâlî Konfederasyonu, Ağrı Dağı’na sığınmıştı.1927'de Lübnan'da kurulan Xoybun dağdaki hareketi yönetmek üzere, Osmanlı ordusunda kurmay binbaşı olan ve Eylül 1924’teki Nasturi (Beytüşşebab) Ayaklanması’ndan sonra sırasıyla Suriye, Irak ve İran’a geçen İhsan Nuri Bey'i görevlendirdi. İsyancılar Ağrı Dağı’nda minyatür bir Kürt cumhuriyeti yaratmış ve İngilizlerin aracılığıyla Milletler Cemiyeti’ne bile başvurmuşlardı. Sarı, kırmızı ve yeşilli bayrakları, Agiri adlı gazeteleri vardı..."

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Gasp ve Müsadere

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Gasp ve Müsadere

Servet denetimi, muhalifleri ve rakipleri tasfiye, hazine açıklarını kapatma yolu olarak... Ayşe Hür: "Osmanlı tarihinde ilk kayıtlı-kuyutlu müsadere, Konstantinopolis’in fethinden bir gün sonra yapılmıştır. Malları ilk müsadere edilen kişi ise II. Mehmed’in ‘Fatih’ unvanı almasında önemli rolü olan Vezir-i Azam Çandarlı Halil Paşa’dır. Müsaderenin sistematik hale geldiği Kanuni Dönemi’nin ünlü vak’alarından biri Defterdar İskender Çelebi’nin infazı ve servetinin müsaderesiydi. İskender Çelebi’ye atfedilen suç, Irakeyn Seferi sırasındaki bazı başarısızlıklar ve yolda gerçekleşen bir soygundu. Cinci Hoca lakaplı Karabaşzade Hüseyin Efendi’nin, "Deli" İbrahim'in tahttan indirilmesini takiben (1648) katli ve mallarının müsaderesi hazineyi epeyce rahatlatmış, Cinci Hoca’nın toplam 2.700 kese kadar olduğu rivayet edilen altınları halk arasında ‘Cinci Parası’ diye anılmıştı."

1896-1898 Dumuklu Alevileri Hadisesi

1896-1898 Dumuklu Alevileri Hadisesi

Sivas Katliamı’nın 27. yılında, 124 yıl önce Malatya Akçadağ’da yaşanan bir başka Kızılbaş/Alevi katliamını anmak... Ayşe Hür: "II. Abdülhamit döneminde ‘Halifelik’ meselesi yeniden 'keşfedildi', tek tip Kuran’lar, ilmihaller bastırılıp hem ülke içinde hem de Türkistan, Hindistan ve Cava gibi uzak diyarlarda dağıtıldı. Sünni Kürtler II. Abdülhamit'i 'Bavé Kurda' (Kürtlerin Babası) olarak adlandıracak kadar sevdiler. Ama Kızılbaş Kürtler için Abdülhamit demek, Ali Şefik Paşa’nın böl-yönet politikaları ve katliamlarıydı, Neşet Paşa’nın kanlı harekatlarıydı. Fransız gezgin Poujoulat şöyle der: 'Arga’dan elli adım ötedeki Laca Dağı’nın eteğinde 4.000 kişilik bir (Kızılbaş) Kürt kabilesi ve çeşitli yaşlarda Kürt kadınları vardı. Çadır yapacak bir parça kumaşları yoktu ve yakıcı güneşin altındaydılar..."

Teşkilat-ı Kadime: Hafiyeler, Jurnalciler ve Sansür

Teşkilat-ı Kadime: Hafiyeler, Jurnalciler ve Sansür

Ayşe Hür: "Tarih tekerrür eder mi? II. Abdülhamid’in 'muzır' bulduğu kişi ve akımlarla nasıl mücadele ettiğini dinleyin, kararı siz verin: Kaynaklara göre IV. Murad (ö. 1640) ilk kez muhbir (ihbarcı) kullanan padişah idi. 19. yüzyıldan itibaren bu işin adı ‘jurnal’ oldu. Abdülaziz döneminde ‘jurnalciler’ adlı yeni bir memuriyet ortaya çıktı. Özel doktoru Mavroyani Paşa’ya göre Civinis Efendi adlı Korfulu bir Rum albay rütbesiyle polis şefi yapılmıştı. Abdülhamit’e doğrudan bağlı olan Yıldız Hafiyye Teşkilatı’nın başına da Mösyö Bonin getirilmişti. 1896’dan itibaren çeşitli devlet görevlerinde bulunan Süleyman Kani Bey’e göre jurnalcilerin sayısı 30 bini aşıyordu. Jurnalciler arasında gazeteciler, paşalar, devlet görevlileri, şeyhler vardı."

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Güvenlik ve Bekçi Teşkilatı

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Güvenlik ve Bekçi Teşkilatı

Yasakçılar, bekçiler, kır serdarları, korucular... Ayşe Hür: "Kanuni Sultan Süleyman zamanında fesat hareketlerini ortadan kaldırmak ve bozulan asayişi yeniden sağlamak amacıyla 'Yasakçılar' diye görev oluşturulmuştu. 17. yüzyıl yazarı Evliya Çelebi, İstanbul’da 12.000 bekçinin bulunduğundan bahseder. Bunlardan 300 tanesi bedesteni korumakla görevli olup geri kalanlar geceleri İstanbul mahallelerinin güvenliğinden sorumludur. 17. yüzyılın başlarında özellikle geceleri yaşanan hırsızlık ve cinayet olaylarının artmasıyla birlikte ilk defa İstanbul’da bir gece naibi, suçüstü yakalanan zanlıların yargılanması için gece mahkemesi kurulmuştu. İtalyan seyyah Edmondo de Amicis: 'İstanbul Avrupa’nın gündüz en parlak, gece en karanlık şehridir. Gece olur olmaz, şehir ıssızlaşır; bekçilerden, köpek sürülerinden, şuleler gibi bir parlayıp bir sönen esrarlı fenerlerden başka bir şey görülmez."

“Bir Millet ki Heykel Yıkmaz!”

“Bir Millet ki Heykel Yıkmaz!”

Vendôme Sütunu'ndan Ayastefanos Rus Abidesi'ne, Adalet Taşı'ndan Güzel İstanbul'a... Ayşe Hür: "16 Mayıs 1871'de Paris komüncüleri Napolyon Bonapart’ın acımasız gücünü, militarizmini, uluslararası hukuka karşı çıkışını ve fatihin fethedilenlere yönelik sürekli saldırısını simgeleyen Vendôme Sütunu’nu yıktılar. Sadrazam 'Makbul/Maktul' İbrahim Paşa, 1526’da Budin’den getirttiği Herkül, Apollon ve Diana heykeli ile Macar Kralı Mathias Corvino’nun tunç heykelini Sultanahmet Meydanı’na bakan konağının önüne diktirmiş ancak halkın 'putperestlik' suçlaması üzerine kaldırılmıştı. 1840’ta, Tanzimat Fermanı’nın birinci yıldönümünde, Gülhane Parkı’na Batılı anlamda bir anıt dikilmek istendi ama “Adalet Taşı’” adlı bu proje gerçekleşmedi. Osmanlı döneminde inşa edilen ilk anıtsal eserler II. Abdülhamit’in tahta çıkışının 25. yıldönümü şerefine, imparatorluğun çeşitli vilayet ve sancaklarına diktirdiği 144 saat kulesiydi."

27 Mayıs 1960 Darbecilerinin Kürt Politikaları

27 Mayıs 1960 Darbecilerinin Kürt Politikaları

49'lar Davası, Sivas Kampı ve Doğu Grubu... Ayşe Hür: 'Milli Birlik Komitesi’nin yakında neşredeceği vesikalarda bir Kürdistan hükümeti tesisi için DP grubu içinde çalışanların varlığı ispat ediliyor. Sabık iktidar, Şeyh Said’in oğlunun Rus yapısı ciple Doğu’da propaganda yapmasına göz yummuştur.” 31 Mayıs 1960, Cumhuriyet) 1 Haziran 1960’de, çeşitli kaynaklara göre sayıları 248 ila 485 arasında değişen bir grup şeyh, ağa ve derebeyi tutuklanarak Sivas Kabakyazı’daki 5. Er Eğitim Tugayı’na götürüldüler. Cemal Gürsel: 'Eğer yola yordama gelmezlerse, dağlı Türkler [Kürtler] rahat durmazlarsa, ordu, şehir ve köylerini bombalayıp yıkmakta, tereddüt edilmeyecektir. Öyle bir kan gölü olacaktır ki, ülkeleriyle birlikte batacaklardır.' (16 Kasım 1960, İsveç gazetesi Dagens Nyheter) 'Küçük Yassıada' diye anılan Sivas-Kabakyazı kampındaki 55 kişi Aralık 1960'dan Ekim 1963'e kadar Antalya, İzmir, Burdur, Muğla, Afyon, Isparta, Manisa, Çorum ve Denizli’de zorunlu ikamete tabi tutuldular."

DP Dönemi’nde CHP’nin Malvarlığı Nasıl Müsadere Edildi?

DP Dönemi’nde CHP’nin Malvarlığı Nasıl Müsadere Edildi?

AKP iktidarının İş Bankası'ndaki CHP hisselerinin Hazine'ye devri için yollar aradığı günlerde tarihten bir yaprak... Ayşe Hür: "14 Mayıs 1950'de "Yeter Söz Milletindir" diyerek ezici çoğunlukla iktidara gelen DP sadece altı aylık 'balayı'ndan sonra CHP'nin taşra teşkilatı gibi çalışan Halkevleri için CHP'ye aktarılan paralara CHP'nin el koyduğunu iddia etti. 1951 yazında Halkevleri meselesi yeniden alevlendi çünkü Ekim ayında ara seçim yapılması söz konusuydu. Ayrıca eski Türk Ocağı Başkanı Hamdullah Suphi Tanrıöver'in başını çektiği bir grup bazı Halkevlerinin tekrar" Türk Ocağına verilmesini istiyordu. 11 Ağustos 1951'den itibaren Halkevlerinin mülkiyeti Maliye'ye geçerken, Halkevlerinin 19 yılda biriktirdiği film, fotoğraf, resim, belge arşivi ve 600 bini aşkın kitabı ya kayboldu, ya fırsatçıların eline geçti."

Hayali Cihan Değer: 12 Ada’yı ve Girit’i Geri Almak Mümkün mü?

Hayali Cihan Değer: 12 Ada’yı ve Girit’i Geri Almak Mümkün mü?

Ayşe Hür: "24 adadan oluşan Menteşe Adaları On İki Ada diye de bilinir. Oniki Ada, adını ada sayısından değil, adaların “Demogerondia” adı verilen 12 kişilik mahalli meclislere dayanan yönetim şeklinden almıştır. Ege'deki ada ve adacıklar tarih boyunca Yunan kolonilerinin,Venedik ve Ceneviz kolonilerinin, Malta Şövalyeleri’nin ve Bizans'ın egemenliğinde olmuş, Osmanlı tarafından 1456-1479, 1522-1566 ve 1669-1718 dönemlerinde fethedilmiştir. 1217 senesinde Cenevizlilerden Venediklilere geçen Girit Adası’nı Osmanlı askerleri 22 Ağustos 1645’te ayak bastı. Ancak adanın tümüyle kontrol altına alınması 25 yıl süren savaşlardan sonra 1669’da mümkün oldu. Osmanlı idaresi diğer Ege adalarında olduğu gibi Girit'te de şenlendirme (sürgün ve göç ettirme) yöntemi ile değil, kitlesel ihtida yöntemiyle toplumsal tabanını oluşturdu.1834’te 129 bine düşen nüfusun 46 bini Müslüman, 83 bini Hıristiyan’dı. Osmanlı Devleti, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında Rumeli’de toprak kaybetmemek için Girit ve civarındaki iki adayı Yunanistan’a terketmeyi önerdiğinde buna İngilizler şiddetle karşı çıktılar."

Fransa 1968: "Ne tanrıları isterim ne de efendileri"

Fransa 1968: "Ne tanrıları isterim ne de efendileri"

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamlarının 48. yılında 1968 Baharı ve mirası... Ayşe Hür: "Bir grup genç Marksist, cinsel özgürlükçü ve anarşist bir karışımdan oluşan söylemlerle 22 Mart 1968'de Nanterre Üniversitesi’nin idare binasını işgal ettiler. Liderleri 'Kızıl Danny' lakaplı Daniel Cohn Bendit idi. 2 Mayıs 1968 günü Paris'teki Sorbonne’un bahçesi, rektörün deyimiyle 'Nanterreli kudurmuşlar' tarafından dolduruldu. Rektör, 'Occident' (Batı) adlı sağcı öğrenci grubu ile işgalciler çatışmasın diye polisi üniversiteye davet edince olaylar çığırından çıktı. 6 Mayıs’tan itibaren Sorbonne'un bulunduğu Quartier Latin’de öğrenci polis çatışmaları yaşanıyordu. Bu çatışmaların en önemlisi 'Barikatlar Gecesi' denilen 10-11 Mayıs 1968 gecesi yaşandı. Henri Weber: Fransız tarihinde barikatlar hep halk ayaklanmalarının kahramanlıklarına karışmıştır: 1830, 1848 ve 1871 Paris Komünü. Barikat bir simgedir, kralların ve gericilerin ordularına karşı işçilerin, fakirlerin savunusudur.”

Hoş Geldin Bir Mayıs, Ey Ulu Münci!

Hoş Geldin Bir Mayıs, Ey Ulu Münci!

1906’dan 2020’ye Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi'nde 1 Mayıs nasıl kutlandı? Ayşe Hür: "İstanbul'da ilk 1 Mayıs 1909'da Yunan sosyalist gazetesi Ergatis (Irgatlar) çevresinden Rum emekçiler Sivaçev, Papadopulos ve arkadaşları tarafından Kağıthane'ye bir 'gezi' şeklinde kutlanmıştı. 'İştirakçi' Hilmi’nin yayınladığı İştirak dergisindeki bir fotoğrafın altında 'Pangaltı’ndaki Belvü Bağçesinde, Efrenci (Miladi) 1912 senesi Mayısının birinci günü, Osmanlı Sosyalistleri tarafından idare edilen 1 Mayıs Bayramı' yazıyor. 16 Mart 1920’de İstanbul işgal edilince İstanbul’daki sendikalar 1 Mayıs kutlaması yapmamıştı. Yine de Türkiye Sosyalist Fırkası çevresinden bir grup 'Türkiye Müstakil Olacak' pankartıyla Haliç’ten Beyoğlu’na yürümüştü."

24 Nisan 1915’te İstanbul’dan Sürgün Olmadı Yalanı

24 Nisan 1915’te İstanbul’dan Sürgün Olmadı Yalanı

Ayşe Hür, 1915 Ermeni Soykırımı’nın 105. Yıldönümünde “Katolik, Protestan Ermeniler ile İstanbul, İzmir ve Edirne Ermenileri sürülmedi” yalanını değerlendiriyor. Ayşe Hür: Öldürülen Ermenilerin sayılarıyla pervasızca oynayan resmî tarihçilerin, İTC’nin 1915’te Ermenilere reva gördüğü muamelenin “soykırım” olmadığını kanıtlamak için ileri sürdüğü tezlerden biri Ermenilerin “grup olarak hedef alınmadıkları” idi.Tehcirin başlangıcında bütün vilayetlere gönderilen emirlerde "vilayet dahilindeki kura ve kasabatda bulunan bila istisna (istisnasız) bilimum (bütün) Ermeniler aileleriyle birlikte ihraç edilecektir" yazar. Talat 11 Ağustos 1915'de vilayetlere çektiği telgrafta "Ermeni Katoliklerin diğerleri ile birlikte sevk ve tediblerini" ister. 15 Ağustos'ta Almanların baskısıyla "Protestan mezhebinden Ermenilerin [henüz] sevk olunmayanlarının sevkinden sarf-ı nazar edilsin" der.

100. Yılında TBMM'nin Öteki Tarihi

100. Yılında TBMM'nin Öteki Tarihi

Ayşe Hür bu haftaki programında, 23 Nisan 1920'de kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kuruluşunun 100. yılında TBMM'nin öteki yüzüne bakıyor.

Matbuat Kamilen Meddah Oldu!

Matbuat Kamilen Meddah Oldu!

Ayşe Hür Cumhuriyet döneminde iktidar-basın ilişkilerinin öteki yüzüne bakıyor: "25 Temmuz 1931’de kabul edilen Matbuat Kanunu ile gazete çıkarmanın onlarca belirsiz kritere bağlanması yetmezmiş gibi merkezin sıkı denetimi ile gazeteciler nefes alamaz hale gelmişlerdi. Gazeteler Falih Rıfkı’nın deyimiyle Matbuat Müdürlüğü’nden gelen “telefon darbesi” ile kapatılırken ne için kapatıldıklarını bile öğrenemezlerdi. Basın sadece baskı ile değil, ödüllendirme ile de susturuluyordu. Mustafa Kemal’in sağlığında yaklaşık 40 gazeteci milletvekili olmuştu. Tek Parti döneminin basın üzerindeki sopası olan 1931 tarihli Matbuat Kanunu 1932-1938 arasında defalarca ağırlaştırıldı. Gazeteler korkudan Mustafa Kemal’in ölüm döşeğinde olduğu haberini bile veremediler..."

Hepimiz Çingeneyiz, Hepimiz Romanız!

Hepimiz Çingeneyiz, Hepimiz Romanız!

Ayşe Hür 8 Nisan Dünya Romanlar Günü dolayısıyla Dünya'nın en kadim "öteki"si Romanların tarihine bakıyor: "1978 yılında toplanan İkinci Dünya Roman Konferansı’nda “Çingene” yerine, Rom (=adam, insan) kökünden gelme ‘Roma’ (Türkçede Roman) adının kullanılması kararı alındı. Bu talep ilk kez 1844'te Augustus Pott'un kitabında dile getirilmişti. Romanlar, özgürlükçü yaşam tarzları yüzünden yüzyıllar boyunca yaşadıkları her ülkede garipsenmek ve dışlanmakla kalmadılar, işkencelere uğradılar, hapislere atıldılar, şehirlerden sürüldüler, çocukları ellerinden alındı, soykırıma uğradılar. 1068 tarihli Bizans geçen ve ‘büyücü’ veya ‘vantrolog’ anlamına gelen ‘adsincani’ teriminin, Yunancadaki Atzinganoi, Almancadaki Zigeuner, Fransızcadaki Tsiganes, İtalyancadaki Zingaro veya Türkçedeki Çingene sözcüğünün kökeni olduğu sanılıyor. 1675 yılında XIV. Louis Çingenelerin yakılarak ve kılıçtan geçirilerek yok edilmesine karar verdi. 1726’da İngiltere Kralı VI. Charles bütün erkek çingenelerin öldürülmesi, kadın ve 18 yaş altı çocukların kulaklarının kesilmesini emretti."

Mahpushane İçinde Mermerden Direk

Mahpushane İçinde Mermerden Direk

Ayşe Hür "Covid-19 tehdidi altındaki 300 bin tutsak için infazda eşitlik" talebi bağlamında Osmanlı'dan günümüze af tarihine bakıyor. Ayşe Hür:" MÖ 403 yılında Atinalı General Thrasybule geçmişte suç işlemiş 30 tiranı Atina’dan kovduktan sonra “geçmiş şeyleri unutma kanunu” çıkardı. Bu kanuna Amnestia dendi. Osmanlı’da affetme yetkisi padişaha aitti. Padişah tahta çıktığında, sünnet veya düğünlerde, özel günlerde af çıkarırdı. Böylelikle halkın sevgisini ve güvenini kazanırdı. Padişaha tanımmış af yetkisi ilk kez 1858 Ceza Kanunu ile yazılı hale geldi. 1876’da tahta çıkan II. Abdülhamit, Kanun-i Esasi’nin 7. Maddesi ile padişaha verilen af yetkisini sık sık kullandı. En geniş affı ise tahta çıkışının 25.Yıldönümü olan 1901’de ilan etti. II. Abdülhamit, 1895-1896'da kendisine karşı mücadele eden Ermeni komitacıları; 1903, 1905 ve 1907'de ise Bulgar, Makedon, Yunan komitacıları affetti.1933’te Cumhuriyet’in 10.Yıl şerefine çıkarılacak affın 1926’da Mustafa Kemal’e suikast düzenlemekten hapis yatan TpCF üyelerini kapsamasına karşı çıkanları Dahiliye Vekili Şükrü Kaya “Onların affını Gazi Paşa rica etti” diye ikna etti....."

Ali Şükrü Bey Cinayeti: Bir Taşla Üç Kuş

Ali Şükrü Bey Cinayeti: Bir Taşla Üç Kuş

Ayşe Hür Tarihin Öteki Yüzü'nde 97 yıl önce, 27/28 Mart 1923’te Ankara’da işlenen siyasi cinayetin perde arkasına bakıyor. Ölen de, öldüren de gayet iyi biliniyordu. Peki cinayetin nedeni neydi? 1884 yılında Trabzon Vakfıkebir’de doğan Ali Şükrü Bey, Bahriye Mektebi’nde okumuş, İngiltere’de deniz hukuku eğitimi görmüş, deniz kurmay binbaşısı iken son Osmanlı Meclisine Trabzon mebusu olarak katılmıştı. Dönemin siyaset adamlarından Zamir Bey'e göre "Hükümet lehine konuşanları dalkavuklukla suçlayan", "Taassubu hocalardan geri olmayan, kadının serbestisi şöyle dursun, yüzlerinin açılmasına bile tahammülü olmayan" biriydi. Falih Rıfkı da Ali Şükrü Bey'in Meclis'teki muhafazakâr grup içinde "en azılı" olanlardan biri olduğunu söylemişti. Nitekim 1920 yılında TBMM'nin kabul ettiği Men-i Müskirat (içki yasağı) Kanunu onun işlerindendi. Ali Şükrü Bey, en son 26-27 Mart 1923 akşamı, Karaoğlan Çarşısı'ndaki Kuyulu Kahve'de dostlarıyla sohbet edip nargile içtikten sonra Mustafa Kemal'in muhafızlığını yapan "Topal" Osman'ın adamlarından Mustafa Kaptan'la kol kola yürürken görülmüştü.

Hint, Çin ve Yunan Mitolojisinde Tıp

Hint, Çin ve Yunan Mitolojisinde Tıp

54. Bölüm- Sağlık sisteminin kronik sorunlarının üstüne Covid 19 yüzünden 14 Mart'ı kutlayamayan tıp camiasına saygıyla: Adını 19. yüzyıl sonlarında onları keşfeden bilim adamından alan Ebers Papirüs’ünde 700 büyü formülünden başka timsah ısırmasından ayak tırnağı ağrısına kadar her derde deva olan ilaçların ya da evleri çeşitli haşerelerden koruyan malzemelerin adları yazılıdır. Hindu mitolojisine göre dünyanın yaratıcısı olan Brahma aynı zamanda adı “yaşam bilgisi” olarak özetlenebilecek olan kutsal Veda metinlerinden tıpla ilgili olan Ayurveda’nın da ilk öğretmenidir. Bugün “Hint cerrahisinin babası” sayılan Suşruta’nın kitabında “estetik” burun ameliyatları, boyun tümörleri, bademcik ameliyatları, kol ve bacak gibi uzuvların kesilmesi, apselerin açılması gibi işlemler tarif edilir. Mısır mitolojisine göre tanrı Toth her çeşit hastalığı iyi ederdi, Seshet kadın hastalıklardan korurken, Seth bulaşıcı hastalıkları önlerdi, İsis de hekimlik mesleğinin tanrısıydı. Onların soyundan gelen Horus ise sağlığın korunmasının sembolüdür. Çin hekimliğinin yasalarını yazan efsanevi Sarı İmparator Dönemi’nde (M.Ö. 2698-2598) yaşadığına inanılan Huang Ti’dir. Bugün bile Çin’de okutulan ünlü kitabı Nei Chin’e göre insan vücudunun teşhis amacıyla parçalara bölünmesine dinsel nedenlerle izin verilmezdi. Hammurabi Yasaları’nın 215. maddesinde bir doktorun büyük bir operasyon gerçekleştirmesi ya da bir göz hastalığını iyileştirmesi halinde on gümüş sikkeyle ödüllendirileceği belirtiliyor. Ancak hasta hayatını ya da bir organını kaybederse doktorun elleri kesiliyordu.

Cumhuriyet Tarihinin Büyük Yalanı: “Köylü milletin efendisidir!”

Cumhuriyet Tarihinin Büyük Yalanı: “Köylü milletin efendisidir!”

Ayşe Hür bu haftaki Tarihin Öteki Yüzü programında, Tek Parti Dönemi’nden günümüze, siyasette ve edebiyatta köy, köycülük, tarım politikalarını ele alıyor. Ayşe Hür: ''Türkiye'nin sahibi hakikisi ve efendisi, hakiki müstahsil olan köylüdür. O halde, herkesten daha çok refah, saadet ve servete müstahak ve elyak olan köylüdür!" Mustafa Kemal bu sözleri TBMM'nin 1 Mart 1922 tarihli Üçüncü Toplanma Yılını açarken söylemişti.1920’lerde köylülüğün yüceltmesinin nesnel temelleri vardı. Ailelerin yüzde 5'i toprakların yüzde 65'ine sahipti. Yüzde 95'i de kalanı paylaşıyordu. Gayri Safi Milli Hasıla'nın (GSMH) yüzde 40-50'si, ihracatın yüzde 95'i tarım ürünü idi. 17 Şubat-4 Mart 1923 tarihli İzmir İktisat Kongresi'ndeki konuşmasına bakılırsa Mustafa Kemal, bir ara İngiliz tipi liberal sanayileşmeyi arzulamıştı. Ancak 1930'ların ortasında bile yönetici zümre, 'Türkiye bir tarım ülkesi mi yoksa bir sanayi ülkesi mi olsun?' konusuna karar verememişti.''

Fatareş, Kara Fatma, Fatma Seher Hanım, Mayan Hatun, Zabel Yesayan, Mina Hanım…

Fatareş, Kara Fatma, Fatma Seher Hanım, Mayan Hatun, Zabel Yesayan, Mina Hanım…

Ayşe Hür bu haftaki programında, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle tarihten kadın portrelerini ele alıyor. Ayşe Hür: ''Kaynaklardaki ilk “Kara Fatma” 1806 yılında Trabzon Valisi Tayyar Mahmud Paşa tarafından İstanbul’a yazılmış bir mektupta çıkar karşımıza. Mektuptan bu kadının 78 kişilik bir çeteye komuta ettiğini ve Amasya Sancağı’nda haydutluk yaptığını öğreniriz. Mehmet Bayrak’tan öğrendiğimize göre Sinemilli Aşireti’nden Fatareş Hanım 1853’te Kırım Savaşı patlak verdiğinde, padişahın tüm Osmanlı tebaasına yaptığı çağırıya uyarak, 300 dolayında süvari ve piyade ile bu savaşa katılmak üzere İstanbul’a gider. Gusieppe Fossati’nin çizdiği gravür 15 Nisan 1854 tarihli L’Illustration Journal Universel dergisi yoluyla Fransız basınında boy gösterir. Gravürün altında Fransızca ‘Kürdistan kahramanı Kara Fatma İstanbul’da” yazmaktadır. Aynı gazetenin 1 Temmuz 1854 tarihli sayısında ise Kara Fatma’nın ‘Kara Güzel’ olarak da tanındığından söz edilir ama yaşı 78 olarak verilir. Bu haberde de Kara Fatma çirkin, bakımsız, yırtık pırtık giysili biri olarak tarif edilmektedir.''

1912-1923 Balkan Savaşları/Hezimeti: Sonun Başlangıcı

1912-1923 Balkan Savaşları/Hezimeti: Sonun Başlangıcı

Ayşe Hür bu hafrtaki programında, "Dünyaya dehşet salan Osmanlılarız" coşturmasıyla başlayan, imparatorluk topraklarının üçte birinin, nüfusunun beşte birinin kaybedilmesiyle biten 1912-1913 Balkan Savaşlarını (hezimetini) ele alıyor. Ayşe Hür: ''Sonunda “umulmayan” ama “için için arzulanan” oldu ve 8 Ekim 1912 günü Karadağ, 17 Ekim 1912 günü Bulgaristan ve Sırbistan, 19 Ekim 1912 günü ise Yunanistan Osmanlı İmparatorluğu’na savaş ilan etti. 480 bin kişilik Balkan orduların karşılık 290 bin kişilik Osmanlı ordusu vardı. Silah, cephane ve malzeme stokları tükenmiş durumdaydı. Ordunun subay kadroları hâlâ Trablusgarp meselesiyle meşguldü. Siyasiler ise fırkacılık kavgalarına gömülmüştü.İTC’nin halkı savaşa hazırlamak için mitingler düzenlemek olmuştu. İstanbul’daki mitinglerde sadece Türk/Müslüman mebuslar değil Rum, Yahudi ve Ermeni mebuslar da konuşmalar yaptı. Mitinglerde halk “Cengâverlikle bütün dünyayı titreten şanlı dedelerimizin kahraman torunlarıyız”, “Dünyaya dehşet salan Osmanlılarız”, “Filibe’ye hücum, Sofya’ya hücum!” diye haykırıyordu...''

Vatandaş Türkçe Konuş Zorbalığı ve Vagon-Li Olayı

Vatandaş Türkçe Konuş Zorbalığı ve Vagon-Li Olayı

Ayşe Hür: Lozan Barış Antlaşması, kâğıt üzerinde Türkiye Cumhuriyeti uyruklu bir Kürt’ün Kürtçe gazete çıkarmasını, Kürtçe televizyon yayını yapmasını, Kürtçe seçim propagandası yapmasını, mahkemede Kürtçe savunma yapmasını mümkün kılıyordu. 1925 Şark Islahat Planı’nın 14. Maddesi “Aslen Türk olup Kürtlüğe yenilmeye başlayan” çeşitli vilayet ve kaza merkezlerinde, devlet dairelerinde, okullarda, çarşı ve pazarlarda, Türkçeden başka dil kullananlar, hükümet ve belediyenin emirlerine muhalefet etmek ve direnmek suçundan cezalandırılacaktır,” diyordu. 28 Nisan 1926’da Türk Ocağı Kurultayı’nda Van Mebusu İshak Refet (Işıtman), Şark vilayetlerinde yaşayan Kürt unsurların hem dillerini muhafaza ettiklerini, hem de Karakeçililer, Serkanlar, Türkanlar gibi Türk kökenli toplulukları Kürtleştirdiklerinden söz ediyor, bu konuda cezai tedbirler alınmasını öneriyordu.

Sene 1925: Şeyh Said İsyanı mı, Kürt İsyanı mı?

Sene 1925: Şeyh Said İsyanı mı, Kürt İsyanı mı?

Ayşe Hür: Bundan 95 yıl önce tam bugünlerde patlak veren veya verdirilen bir isyan Cumhuriyet tarihine damgasını vurdu. 13 Şubat 1925’te, Piran Köyü’nde Nakşibendi Zaza Şeyh Said’in kaldığı eve bir grup jandarmanın gelerek evdeki bazı firarileri istemeleri ve bu isteğe ateşle karşılık verilmesiyle başladığı iddia edilen isyan Cumhuriyet tarihine ve Türk-Kürt ilişkilerine damgasını vurdu. İsyanın arkasında bulunduğu düşünülen tam adı Hizbe Azadiya Kürdistan (Kürt İstiklal Komitesi, kısaca Azadi) olan örgütün kadrosu, Hamidiye Alayları geleneğinden gelen Kürt kökenli subaylardı. Piran, Çapakçur, Lice ve Hani dağlık bölgesindeki Sünni Zaza-Kürt aşiretlerinden gelen isyancılar 16 Şubat’tan itibaren Darahini, Hani, Lice, Çapakçur ve Palu’yu ele geçirdiler, 24 Şubat’ta Elazığ’ı girdilerse de halkın direnişi çekilmek zorunda kaldılar. 3 Mart 1925’te “Pasif” bulunan Ali Fethi (Okyar) Bey Hükümeti 60’a karşı 94 oyla düşürüldü, yerine “şahin” İsmet Paşa Hükümeti kuruldu.

Rusya Tarih Kitaplarında Osmanlı-Türk İmgesi

Rusya Tarih Kitaplarında Osmanlı-Türk İmgesi

Ayşe Hür: Çocuklarımıza “Moskof”un sıcak denizlere inmek için Osmanlı’yı düşman bellediğini söyledik, “…yedi sekiz dokuz Ruslar domuz” diye tekerlemeler öğrettik. Peki Ruslar çocuklarına ne anlatıyor? “XIII yüzyılda Bizans için yeni ve çok tehlikeli bir düşman -Osmanlı Devleti- ortaya çıktı. O, Konya Selçuklu Devleti’nin çökmesi sonucundan bağımsız olan beyliklerin birleşmesinden oluştu ve aktif işgal siyaseti sonucu topraklarını genişletti. Türkler 1453’te her taraftan saldırarak, öldürerek ve esir alarak Aya Sofya mabedine kadar geldiler. Kapıların kapalı olduğunu gördüklerinde baltalarla kırmaya başladılar.Muhteşem Süleyman tarihe, sadece Avrupa’yı dehşete düşüren şanslı bir işgalci olarak değil aynı zamanda başarılı reformcu olarak girmiştir. Osmanlı kanunlarının yer aldığı Kanunname kitabı ile o Kanuni lakabını almıştır. Kırım Savaşı’nın asıl nedeni asıl nedenleri Balkanlar ve Yakındoğu’da Rusya, Türkiye, İngiltere, Fransa ve Avusturya-Macaristan arasındaki çıkar çatışmaları idi. I. Nikola yanlışlıkla Türkiye’nin ‘hasta adam’ olduğunu düşünüyor ve onun mirasının bölünmesi gerektiğini savunuyordu. Balkan Savaşlarında Rusya her zaman olduğu gibi ezilmiş Slav haklarının tarafında durdu. Slav halklarının milli özgürlük hareketleri Rus cemiyetinde geniş yankı buldu, Balkanlara yüzlerce Rus gönüllüsü gitti.

Tarihte Bayrak, Kırmızı, Hilal ve Yıldız

Tarihte Bayrak, Kırmızı, Hilal ve Yıldız

Tarihte Bayrak, Kırmızı, Hilal ve Yıldız; Kimine göre uğruna ölünecek kutsal bir sembol, kimine göre yırtma özgürlüğü yoksa bir kumaş parçası… Ayşe Hür: “Bayrak” kelimesi eski Türkçedeki “batrak”dan geliyor. “Batrak” ise “batırmak” fiilinden. Bir de “saplamak” anlamına gelen “sançmak” fiilinden gelen “sancak” var. 7. yüzyılda Baykal Gölü’nün batısında Lena ve Yenisey kıyılarında Göktürk’lere tabi olarak yaşamış Kurıkanlara ait kaya resimlerinde, bazı süvarilerin ellerinde bayraklar görülüyor. 11. yüzyıl yazarı Kaşgarlı Mahmud’a göre Oğuz boylarının her birinin kendisine ait tuğu ve bayrağı vardı. Oğuzlarda “Tokuz tuğluk han” denilince en yüksek mertebedeki hanlık anlaşılırdı. Eski Türk kültürlerinde bayraklarda mavi rengin ağırlıklı olduğuna ancak turuncu ve kırmızı rengin de bolca kullanıldığına dair ipuçları var. Abbasiler Dönemi (750-1258) iktidarı temsil eden siyah bayraklılar (müsevvideler) ile muhalefeti temsil eden beyaz bayraklıların (mûbeyyizalar) savaşı halinde geçti. 13. yüzyıl yazarı İbn-i Bibi, Selçukluların Kȃhta Kale’sini fethinden söz ederken “sultanın siyah sancağı”, Alanya Kalesi’ni fethinden söz ederken “sultanın sarı bayrakları” ifadesini kullanır. Selçuklular Dönemi’nde “çetr” bayrak ve sancaktan daha önemliydi. Sultanın çetrinin uzaktan görünmesi bile düşmanın kalbine korku salardı. Çetrin yere düşmesi ordunun bozguna uğraması anlamına gelirdi. Tarihçi Hammer’e göre “Elviye-i Sultaniye” denilen saltanat sancaklarının ikisi kırmızı, biri sarı, biri yeşil, biri beyaz ve ikisi de değişik renklerden çizgili idi.

Veba, Kolera, Çiçek, Verem Nasıl Yenildi?

Veba, Kolera, Çiçek, Verem Nasıl Yenildi?

Türkiye'de aşı karşıtlarının atağa geçtiği günlerde Çin'deki Coronovirüs salgınıyla sarsıldık. Peki tarih boyunca insanlık hangi hastalıklarla boğuştu? Veba, Kolera, Çiçek, Verem Nasıl Yenildi? Acımasızlığı ve sayısız evliliğiyle bilinen VIII. Henry ile sevgilisi Anne Boleyn’i 1528 yılında Londra’dan kaçırtan ‘İngiliz terleme hastalığı” dünya yüzüne ilk kez 28 Ağustos 1485’te çıkmıştı. Nâzım Hikmet’in Kuva-yı Milliye Destanı’nda adı geçen “İspanyol nezlesi”, Birinci Dünya Savaşı sırasında 18 ay içinde dünya nüfusunun yüzde beşinden fazlasını öldürmüş bir grip çeşidiydi. Bazı tarihçilere göre, savaşın bitmesine bu hastalık neden olmuştu. Tarihi kayıtlara geçmiş ilk büyük veba salgını, 541-542 yılında, o zamanki adı Konstantinopolis olan İstanbul’da başlamıştı. Bu salgında on binlerce kişi ölmüş, salgın Bizans orduları ile Avrupa’ya geçmiş, orada da büyük tahribat yapmıştı. 1331’de Çin’de başlayan, 1338’de Baykal Gölü civarında, 1345’te Aşağı Volga Nehri civarında görülen ikinci büyük veba salgını, 1345’te Moğol orduları vebalı ölüleri mancınıklarla şehre fırlatınca, Avrupalı ticaret gemilerinin uğrak yeri olan Kefe’ye sıçradı. Açılan yaralar hızla siyaha dönüştüğü için halk 'Kara Ölüm' dediği veba, üç yıl içinde İspanya’dan Rusya’ya, Romanya’dan Grönland’a kadar tüm Avrupa’yı sardı, 1351 yılında aniden sönümlendiğinde 75 milyon olan Avrupa nüfusu 50 milyona inmişti.''

1885 Berlin Konferansı ve Afrika’nın Sömürgeleştirilmesi

1885 Berlin Konferansı ve Afrika’nın Sömürgeleştirilmesi

Tarihçi Ayşe Hür bu haftaki programında, '19 Ocak 2020'de Libya iç savaşını görüşmek için toplanacak olan Berlin Konferansı, 135 yıl önceki bir başka Berlin konferansının tekrarı mı? 15 Kasım 1884-26 Şubat 1885 Berlin Konferansı'nda Afrika'nın talanı nasıl planlandı?' sorularını ele alıyor: Afrika’nın sömürgeleştirilmesinde, İskoç kaşif, doktor ve misyoner David Livingstone’un 1841’de Cape Town’da başlayan ve 1873 yılında Zambia’da sona eren "keşif gezileri"nin rolü büyüktü. Livingstone’nun Afrika’dan gönderdiği haberler kesilince New York Herald muhabiri Henry Morton Stanley onu aramak için 1871’de Afrika’ya gitti ve Livingstone öldükten onun misyonunu devam ettirdi. Güya ülkesi için yeni sömürgeler arayan Belçika Kralı II. Leopold, Stanley’in yazılarından sonra gözünü Kongo havzasına dikti. 1879-1894 arasında bugünkü Zaire'yi şahsi mülkü haline getirdi. Portekizli sömürgeciler Angola ve Mozambik’i en vahşi yöntemlerle sömürüyor, köle ticaretinden aslan payını alıyorlardı. İngilizler güya köle ticaretine karşıydılar ama Portekiz’in Kongo’yu sömürgeleştirme çabalarına perde arkasından destek veriyorlardı. Fransa ise donanma subayı Pierre de Brazza aracılığıyla Orta Afrika’yı ilhaka girişmiş ve 1881'de Brazzaville diye anılacak şehri kurmuş ve buraya Fransız bayrağını dikmişti. Britanya, 4 Haziran 1878 Antlaşması ile Osmanlı İmparatorluğu’ndan Kıbrıs'ı kiralayınca, Fransa’nın tepkilerini önlemek için 1881’de Tunus’un Fransızlar tarafından işgaline göz yumdu. Tunus’un 1881’de Fransızlar tarafından işgaline kızan Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Üçlü İttifak'ı kurunca o tarihe kadar sömürgeciliğe karşı olduğunu iddia eden Almanya Afrika işlerine müdahil oldu. 1882’de “Bizim denizlere açılacak donanmamız yok, bizim sömürgeler için Fransızlarla savaşacak halimiz yok” diyen Bismarck 1883’te Alman tüccarlarının baskısıyla önce Gine Körfezi’nde “incelemeler” yaptı, ardından Kamerun, Togo, Zengibar Sultanlığı’nı işgal etti. 1877'de Transvaal'i, 1882'de Mısır'ı işgal ederek Afrika'yı güney ve kuzeyden paranteze alan Britanya’nın bundan sonraki hedefi arada kalan toprakları sömürgeleştirmekti. Britanya’nın Kongo havzasının paylaşımı için Portekizlilerle yaptığı gizli anlaşmalar Belçika, Fransa ve Almanya’yı kızdırınca 15 Kasım 1884’te “Sömürgeler Üzerine” Berlin Konferansı toplandı. Başlangıçta Berlin Konferansı’na Osmanlı İmparatorluğu davet edilmemişti. Britanya’nın araya girmesiyle kriz aşıldı ve Berlin Sefiri Mehmed Said Paşa ve Sefaret Müsteşarı Ohannes Efendi konferansa katıldı. Ama Osmanlı tarafının talana katılma talebi karşılık görmedi. Belçika Kralı II. Leopold 1885-1908 yılları arasında 23 yıl boyunca şahsi mülkü haline getirdiği Kongo’da 30 milyonluk nüfus işkenceler, köle alım-satımı, bulaşıcı hastalıklar ve katliamlarla 8-9 milyona düşürürken kauçuk plantasyonlarından gelen milyonlarca frangı cebine indirdi. 1887’de Etiyopyada İtalyanlara karşı Dogali Savaşı’nı, 1888’de Tanganika’da Almanlar ve İngilizlere karşı 226 Afrika kabilesinin direnişini, 1892’de Orta Afrika’da Fransız İngiliz, Alman ve Belçikalılara karşı Swahili Savaşı’nı, 1893’te Gine ve Gabon’da Fransız ve İngilizlere karşı Ekemenku Ayaklanması’nı Avrupa basını hiç yazmadı. 1904-1907 arasında Hererolar ve Namaların Alman Generali von Trotha’nın birlikleri tarafından soykırıma uğratılması 1990 yılında Namibya’nın resmen kurulmasına kadar Batı kamuoyunda bilinmiyordu. Almanya 20. Yüzyılın bu ilk soykırımı için yarım ağızla özür dilemekle yetindi. Fransa’nın Kongo ve Gabon’da yok ettiği yerli nüfus ise en iyimser kaynaklara göre 200 bin, bazılarına göre ise 800 bin civarında. Sadece Kongo-Okyanus Demiryolu inşaatında 20 bin yerli işçi ölmüştü. 1911 Trablusgarp Savaşı sonunda Osmanlı İmparatorluğu’ndan İtalya’nın egemenliğine geçen Libya'daki Sunusi rejiminin İtalya'ya direnişinin bedeli ise toplama kamplarında 100 bin sivilin ölmesi oldu.

Batı'da Soytarı'nın, Doğu'da Dalkavuk'un Kısa Tarihi

Batı'da Soytarı'nın, Doğu'da Dalkavuk'un Kısa Tarihi

Tarihçi Ayşe Hür bu hafta, ''Batı'da Soytarı'nın Doğu'da Dalkavuk'un Kısa Tarihi''ni anlatıyor: Muktedirin, kralın, sultanın, padişahın "dev aynası" ; Türkçedeki Türkçe “soytarı”, Arapça, sahte penis takarak gülünç veya müstehcen oyunlar oynayan kişiler için kullanılan sa’tir’den geliyor. Bunun kaynağı ise Yunan mitolojisinde sahte penis ve keçi ayaklarla tasvir edilen mitolojik yaratık Satyros. Roma İmparatorluğu’nda savaştan dönen muzaffer bir komutanı halk coşkuyla karşılarken hemen yanında bulunan bir kişi şöyle dermiş komutana: "Unutmayın efendim, siz tanrı değilsiniz!" Gaddarlığıyla tanınan İngiliz Kralı VIII. Henry’nin soytarısı Will Somers, “Harry” diye hitap ettiği Henry’nin önünde asla eğilmez, konuşmaya başlamadan önce “Yüce majesteleri! gibi hitapları asla kullanmaz ve sözünü asla esirgemezdi.

1872'den 1979'a "Siyah Altın"ın Laneti ve İran'ın Üç Devrimi

1872'den 1979'a "Siyah Altın"ın Laneti ve İran'ın Üç Devrimi

Tarihçi Ayşe Hür, bu haftaki programında, 1872'den 1979'a "Siyah Altın"ın laneti ve İran'ın üç devrimi konularını ele alıyor. Ayşe Hür: ''Takvimler 1872’yi gösterirken Baron Julius von Reuters, İran’ın ekonomik kaynaklarının işletilmesi yolunda o kadar geniş haklar kazanmıştı ki yıllar sonra Lord Curzon bile bunu bir çeşit soygun olarak niteleyecekti. Halkı İran’ın İngilizlere “haraç-mezat” satılmasına karşı ayaklanmaya çağıranların başında 1869’da İran’dan sürgün edilince İstanbul’a gelerek II. Abdülhamit’in himayesine giren Cemaleddin Afgani vardı. 1906 yılında Muzaffereddin Şah, feodal dönemden kalma yetkilerinin bir bölümünü halka bırakmaya, kurumlara devretmeye razı oldu. Bu, Batı’da yaygın adıyla İran Anayasa Devrimi, İranlıların deyişiyle İnkılab-ı Meşrutiyet’ti. Britanya Donanma Bakanı Winston Churchill, Birinci Dünya Savaşı’nın çıkacağı beklentisinden de hareketle gemilerin makinelerini kömürden petrole çevirmek istiyordu; bu da gerekli kaynaklara da erişimi gerektiriyordu. Petrol sektörünü millileştirme hamleleri karşısında başbakanını ‘mat’ eden ve yabancı petrol şirketlerini ülkeye davet ede İran Şahı’nın özgüveni yerine gelmişti. Yeni vizyonunun adı 1963’te konuldu: ‘İnkilab-ı Sefid’ yani ‘Beyaz Devrim!’ 1963 yılının Haziran ayında öğrenci, kamu görevlisi, aydın, çarşı esnafı ve din adamlarından oluşan halkçı koalisyon, “İslam Devrimi”nin ilk kostümlü provasını yaptılar. Ama hareket kanlı şekilde bastırıldı ve İmam Humeyni, ülkeden sürüldü.''